Deha ile delilik arasında ince bir çizgi mi var?
Dehanın delilikten çok ince bir noktayla ayrıldığı fikri antik Yunan’a kadar uzanır. Aristoteles, ‘Biraz delilik dokunuşu olmayan büyük dahi yoktur’ diyerek deha ve deliliği birbirine bağladı. 2014’te intihar eden Amerikalı komedyen ve oyuncu Robin Williams ise,” Size sadece küçük bir delilik noktası veriliyor ve onu kaybederseniz, bir hiçsiniz.’ dedi.
Deha ile delilik arasında ince bir çizgi mi var?
Deha ile delilik arasında ince bir çizgi mi var?
‘Dehanın Gizli Alışkanlıkları’ (The Hidden Habits of Genius) isimli ünlü eserin Amerikalı yazarı Prof. Cralg Wright’in, ‘Psychology Today’ isimli sitede “Deha ile delilik arasında ince bir çizgi mi var? başlıklı yayınlanan makalesinden bazı bölümler şöyle:
Ruhsal çalkantılarla dolu trajik bir hayat sürdüren ünlü Hollandalı ressam Van Gogh’u tanımayan yoktur. Vincent van Gogh, 23 Aralık 1888’de Fransa’nın Arles şehrinde ressam arkadaşı Paul Gauguin’in, onu terk etmesine kızarak sol kulağının bir kısmını ustura ile kesti. Kesilen kulağı gazeteye sararak yakınındaki genelevde çalışan ve ilişki kurduğu Gabrielle Berlatier isimli genç kadına götürüp, önüne bıraktı. Kadın, tiksinerek kesik kulağı sokağa fırlattı. Van Gogh daha sonra evine döndü. Ertesi gün polis tarafından evinde baygın halde bulundu.
Yetkililer, onu bir akıl hastanesine yerleştirdi. Van Gogh’un kulağını kesme hikayesi iyi bilinir ve bu durum sanatçının ünlü “Kulağı Sargılı ve Borulu Otoportre” (1889) adlı eserinde ölümsüzleştirilmiştir.
Yaşanılan bu dramatik kulak kesme olayından sonra Van Gogh’u zihinsel dengesizlik ve vahşi davranışlarla ilişkilendiririz ve bu nitelikleri sanatına yansıtırız. Van Gogh gerçekten halüsinasyonlarını mı resmetti? Benzer şekilde, eksantrik ve yarı deli ünlü Alman besteci Beethoven da gerçekten duyamayacağı sesler mi besteliyordu?
Basit anekdotlar, karmaşık sorunları anlamamıza yardımcı olabilir. Ancak bu “çılgın dahiler”in hikayeleri bizim için doğru örnekler mi? Yoksa iyi bir hikayeyi sevdiğimiz için mi abartıldılar? Yaratıcı dahiler arasında daha fazla delilik ve yaratıcılık görülme sıklığı var mı, yoksa kötü şöhretli birkaç karakter görüşümüzü çarpıtıyor mu? Buna benzer sorular uzar gider.
2020’de yayımlanan yeni kitabım ‘Dehanın Gizli Alışkanlıkları’nda (The Hidden Habits of Genius) önerdiğim gibi: Bu durum karmaşık!
Dahilerin zihinsel bozukluklar yaşama olasılığı genel nüfusa göre daha mı fazla? Kitabım için on beş yılı aşkın bir süredir araştırma yaparken, Alcott’tan Zola’ya yaklaşık yüz dahinin hayatına baktım. Grubun en az üçte birinde (aralarında Michelangelo, Newton, Beethoven, Lincoln, Tesla, Kusama, van Gogh, Woolf, Hemingway, Dickenson, Dickens, Churchill, Rowling, Plath, Picasso, John Nash ve Kayne West) düzenli olarak veya bir tür duygulanım bozukluğu sergilediği gözlendi. Genel popülasyonda yüzde 5 ila 10 ile karşılaştırıldığında, üçte biri yüksek bir sayıya tekabül eder. Dahilerin dengesiz olma gibi bir huyları yoktur, ama buna eğilimleri vardır.
Sanatçılar, bilim insanlarından daha fazla etkilenmiş gibi görünüyor. Son araştırmalar ise, bilim insanlarının psikopatoloji prevalansının (yaygınlık) en düşük düzeyde olduğunu gösteriyor.
Bununla birlikte, duygudurum bozukluklarının oranı, besteciler, politikacılar ve sanatçılar arasında çarpıcı bir şekilde artmaktadır. En yüksek yaygınlık ise, yazarlar (yüzde 46) ve şairlerde (yüzde 80) görülmektedir. Belki de teşhis edilebilir bozuklukları olanlar, şiir ve resim gibi psişik dalgalanmaları olan insanlara daha uygun görünen alanları kendileri seçerler. Belki etkilenen insanlar, psişik türbülansın yaratıcı bir ürüne ilham veren bir kaynak olduğunu seziyorlar. Rap sanatçısı Kayne West’in dediği gibi: “Büyük sanat büyük acıdan gelir.”
Ama Vincent van Gogh’a geri dönelim. Doktorlar, Van Gogh’un dengesiz durumunun nedeni olarak, aralarında bipolar bozukluk şizofreni, nörosifiliz, temporal lob epilepsisi, subakut kapanma glokomu, ksantopsi (cisimleri sarı görme) ve Ménière hastalığının da (iç kulakta aşırı basınç nedeniyle ortaya çıkan bir hastalık) bulunduğu yüzden fazla teori öne sürdüler. Ek olarak, Van Gogh’un nihai kaderinde güçlü bir genetik bileşen vardı. Anna ve Theodorus van Gogh’un dört çocuğundan ikisi akıl hastanesinde (Theo ve Wilhelmina) ve ikisi de intihar ederek (Vincent ve Cornelius) öldü.
Van Gogh’un “İrisler” tablosu…
1889 Mayıs’ında Van Gogh, Fransa’nın Saint-Rémy kentinde bir akıl hastanesine sığındı. Ertesi yıl, Saint-Rémy’deki avluda gördüğü şekliyle “İrisler” ve sanatoryum penceresinden dışarı bakarken yaptığı “Yıldızlı Gece” de dahil olmak üzere en sevdiği kreasyonlarından bazılarını burada üretti.
Van Gogh’un “Yıldızlı Gece”eseri…
Sanat tarihçisi Nienke Bakker ise, akıl hastanesinden serbest bırakıldıktan sonra yaptığı son çalışması olan “Ağaç Kökleri”nin, “Van Gogh’un bazen işkence görmüş zihinsel durumunu hissedebileceğiniz tablolardan biri” olduğunu söylüyor.
Van Gogh’un “çılgın” sanatı, yukarıda öne sürüldüğü gibi, işkence görmüş bir zihinsel durumun ürünü müydü, yoksa tamamen berrak bir sanat kuramı mıydı? Van Gogh’un tarzının ayırt edici özelliklerinin birçoğu, parıldayan resimleri, renk paleti seçimi ve dönen iki renkli dokuları Van Gogh’un zihinsel olarak parçalanmasından çok önce, kardeşi Theo’ya yazdığı mektuplarda sanatsal teori olarak açıklanmıştı. Van Gogh akıl sağlığı ile delilik arasındaki çizginin gayet iyi farkındaydı. Ne zaman aklı başında olup ne zaman olmadığını biliyordu. 1882’de Theo’ya yazdığı gibi, “Bir hasta olarak, olması gerektiği gibi çalışmakta özgür değilsiniz ve buna bağlı da değilsiniz” demişti.
Van Gogh, hattın “güvenli” tarafında kalmak için resim yaptı. 1883’te “Çalışmak tek çaredir” diye yazmıştı. “Eğer bu yardımcı olmazsa, kişi çöker.”
Üretken dehanın güvenli limanı ile engelleyici deliliğin güvenli limanı arasında gidip gelen Van Gogh, son ana kadar kadar resim yapmaya devam etti. 27 Temmuz 1890 sabahı, Oise Nehri yakınlarındaki bir tarlaya girdi ve bir tabanca ile kendini vurdu. İki gün sonra 29 Temmuz 1890’da yaraları nedeniyle öldü.